MAÇKA PALAS VE ABDÜLHAK HAMİT TARHAN
Doç. Dr. Muharrem Kaya
Türk edebiyatının modernleşmesinde Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa gibi öncülerden sonra gelen Recaizade Ekrem, Sami Paşazade Sezai gibi isimlerin arasında yer alan Abdülhak Hamit, Türk şiirine getirdiği yeni konu ve imgelerle adını Türk edebiyat tarihine yazdırmıştır. Fakat onun kullandığı Arapça, Farsça unsurlarla dolu dil, Cumhuriyet döneminde Türkçe kelimelerin türetilmesi ve kullanılmasıyla, artık okunamaz olmuş ve Abdülhak Hamit’in şiiri etkisini yitirmiştir.
Abdülhak Hamit, gerek diplomat olarak yurt dışında yaptığı görevler sırasında gerekse milletvekili olduğu dönemde İstanbul’dan ayrı kalmanın hüznünü yaşamıştır. Bebek’i vatanım içinde vatanım diye nitelendirmesine rağmen, hayatının son döneminde İstanbul Belediyesi’nin tahsis ettiği Maçka Palas’taki dairede yaşamıştır. Bir dönem milletvekilliği yaptığı süre dışında, 1924’ten, ölüm tarihi olan 1938 yılına kadar toplam 11 yıl Maçka Palas’ta kalmıştır. Onun bulunduğu mekân hayranlarıyla, dostlarıyla dolup taşmıştır. Abdülhak Hamit’in Maçka’da komşusu olan Münevver Ayaşlı’nın yazdıkları bize o dönemi bir nebze olsun aydınlatmaktadır.
1924’te Viyana’dan yeni gelmiş olan Abdülhak Hamit, ihtiyar ve yalnızdır. Maçka Palas’ın “ bir nevi kibar Osmanlıların garajı gibi” olan bodrum katında oturmaktadır. Ondan başka Keçecizade İzzet Fuat Paşa da Maçka Palas’ın bodrumunda yaşamaktadır. Burada ölen oğlu, sefaret kâtibi Hüseyin Bey’in eşi ve iki kızıyla da bir süre beraber oturur. Fakat asıl burada hayatını paylaştığı Lüsyen Hanım’la kalır. 1927’de İtalyan kocası kont Soranzo’dan boşanan Lüsyen Hanım, ikinci defa Abdülhak Hamit’le nikâhlanır. [1]
Abdülhak Hamit ve Lüsyen Hanım’ın “Çarşamba kabul günleri”nde pekçok yazar, şair, dost ve hayranı onları yalnız bırakmazlar. Maçka Palas müdavimleri arasında İsmail Hami Danişment, Fethi Ahmet Paşa’nın torunu Nazan Hanım, Sami Paşazade Sezai, İsmail Habib, Fazıl Ahmet, Necip Fazıl, Şükûfe Nihal ve eşi Limancı Hamdi Bey bulunur. Onu ziyarete gelen Reşit Ben Ayad Bey, Keçecizade İzzet Fuat Paşa, Sadullah Paşazade Nusret Bey gibi isimler, onun yazdıklarından çok dostluğuyla ilgilidirler. Fakat Süleyman Nazif, İsmail Hami, İsmail Habib, Necip Fazıl gibi isimler ise onun şairliğiyle, kültürüyle de ilgilidirler. Yahya Kemal de onu ziyaret edenler arasındadır; fakat o Abdülhak Hamit’in şiirini sevmez, Abdülhak Hamit de Yahya Kemal’le ilgili tek kelime etmez, onu yok sayar. Hamit’in kaşlarını o zamanın modasına uyarak kalemle incecik yapan, çok süslü giyinen Şükûfe Nihal’e “Şükûfe Nihal, bun ne hal” şeklinde sürekli takıldığı da belirtilir. [2]
Ziyaretine gelen Necip Fazıl’ı çok sevdiği anlaşılan Abdülhak Hamit, hoşlanmadığı veya beylik laflarından sıkıldığı ziyaretçilerini uzaklaştırmak için, onu çağırır ve aforizmalarıyla rahatsız edip o şahısların evden gitmesini sağlar. Necip Fazıl, Hamit’in yaşadığı mekânda, ziyaretçileriyle birlikteki halini şöyle tasvir eder: “ Maçka Palas’ın ilk katındaki dairesinin büyükçe salonunda, (Goblen) desenli, (berjer) dedikleri uzun arkalıklı koltuğunda, tek gözlüğü kalkık kaşının altın, Abdülhak Hâmid; ve ziyaretçileri, kadınlı, erkekli bir grup… Ayakta da taburenin üstündeki tepsiden misafirlerine ikramla meşgûl, Lüsyen Abdülhak Hamid Hanımefendi…” [3] Bu toplantılarda konuşulan konulardan birisi de dil alanında yapılan devrimlerdir. Hamit, hernekadar Türk Dil Kurumu’nun bu konuyla ilgili toplantılarına katılsa da yapılanlara karşı çıkmaz; bazı kelimelerin sonundaki d’lerin t ile yazılmasına da “ ömrümün sonunda, ismimin sonuna bir “it” ilâve ettiler” diyerek rahatsızlığını dile getirir. [4]
Necip Fazıl, Hamit’in nükteyi seven bir insan olduğunu belirttikten sonra Maçka Palas’ta yaşanmış bir olayı anlatır. Mikrop korkusu yüzünden sürekli elini yıkayan, kolonyalayan Abdülhak Şinasi, tuvalete gittiği sırada, meclistekilerden biri snob kelimesinin anlamını sorar. Hamit de cevabı yapıştırır: “ Şimdi kapıyı açıp (snob) işte benim derse, mânâsı nedir, anlarsınız!..” [5]
Hamit’in evine bayramlarda giden, bazen Cuma sohbetlerine katılan Taha Toros, o meclisleri ve Hamit’i şöyle anlatır: “ Şairimizin vekarlı kibarlığı, nâzik ihtiyarlığı bizi duygulandırmaktaydı. Hâmid konuşmalarında, her biri ayrı değerde olan, anıları işlerdi. Sanki şiir okurmuşcasına konuşurdu. Çok süslü cümleler yapar, olayları büyük bir ustalıkla, gözler önüne sererdi. Misafirler, onu edebî bir zevk içerisinde, hayranlıkla dinlerlerdi. Sohbetlerin ağırlığı eski edebiyat anıları, Hâmid’in dış ülkelerdeki hayatı ile maceraları, klasik Türk musikîsi, tarihî konular ve bazen de içinde bulunduğumuz günlük hayatın olaylarını teşkil ederdi. Hâmid çok konuşmazdı, konuştururdu. Lüsyen muziplik yapar –safdil bir kişi imişcesine- daha çok tebessüm yaratacak konuları ortaya atardı.” [6]
Hamit’in evindeki toplantılarda herkesin bir yerinin olduğunu belirten Taha Toros, Halit Ziya ve Cenab Şahabettin’in kendisine en yakın koltuklarda oturduğunu, sonradan gelenler ve gençlerin, salonun kapıya yakın köşesindeki iskemlelere oturduğunu yazar. İbnülemin Mahmut Kemal’in koltuğu ise ya Hamit’in en yakına ya da karşısına doğru konulur. Taha Toros, bir toplantıda Halit Ziya Uşaklıgil, İsmail Hami Danişmend, Mithat Cemal Kuntay, Ahmet Reşit, Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bolayır, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç, Yusuf Razi ve bazı tanınmış kişiler buluduğunu yazarak müdavimleri de sıralamış olur. [7]
Taha Toros, Lüsyen Hanım’ın Abdülhak Hamit’e olan bağlılığını, ünlü bir kişi ile beraber yaşamak tutkusuna, onun meclislerinde, sohbetlerinde, çevresinin ona gösterdiği saygıdan mutlu olmasına dayandırarak açıklar. Fakat bu bakış açısı Lüsyen Hanım’ı yakından tanımış olan Münevver Ayaşlı, Samiha Ayverdi gibi isimler tarafından benimsenmez. Zaten Lüsyen Hanım, Hamit’in gösterdiği baba şefkatine geldiğini; onun ölümünden sonra da güneşli bir ülke olan Türkiye’yi terkedip puslu, soğuk Belçika’ya dönmek istemediğini de belirtmiştir.
Maçka Palas, Körfezbank’ın genel müdürlük binası olarak hizmet vermeye başladıktan sonra “Maçka Palas’ta Bir Şair” adıyla, 8 Kasım-16 Aralık 2000 tarihleri arasında bir sergi düzenlenir. Abdülhak Hamit’in Maçka Palas’ın 4. kapı, 6 numaradaki dairesinde kalan, ailesinden alınan çeşitli belgeler ve özel eşyaları, Taha Toros’un arşivinden fotoğraflar, İstanbul Üniversitesi’nden bulunan portresi, Körfezbank Sanatevi’nde sergilenir.
[1] Münevver Ayaşlı, İşittiklerim Gördüklerim Bildiklerim, Timaş Yay., İstanbul, 2006, s. 39-42.
[2] Ayaşlı, a.g.e., s. 42-46.
[3] Necip Fazıl Kısakürek, Bâbıâli, Büyük Doğu Yay., 13. baskı, İstanbul, 2008, s. 131.
[4] Kısakürek, a.g.e., s. 131.
[5] Necip Fazıl Kısakürek, Hitâbeler, Büyük Doğu Yay., 9. baskı, İstanbul, 2007, s. 77.
[6] Taha Toros, Mâzi Cenneti I, İletişim Yay., 2. baskı, İstanbul, 1998, s. 54.
[7] Toros, a.g.e., s. 54-55.
|