HALİDE EDİB ADIVAR’IN İDEAL ÖĞRETMEN TİPİ: TATARCIK
Doç. Dr. Muharrem Kaya
Edebiyatta kullanılan tip kavramı ile edebî eserlerde yer alan sabit karakterli kişiler kastedilir. Bunların kendine has özellikleri yerine, benzerleriyle olan ortak yönleri ön plana alınmıştır. Bu yönüyle tip adı verilen roman kişisi tek bir nitelik veya düşünceden oluşur. Tip için, yalınkat, köşeli roman şahısları da denir.
Tipler bir yönüyle de, bir devirde, eserin meydana geldiği toplumun temel kıymetlerini temsil ederler. Mehmet Kaplan da temsil ettiği değerler itibariyle, Türk medeniyet tarihinde yer alan tipleri incelemiştir. Atlı göçebe toplumun ideal kahramanı alp tipidir. İslâmiyet’i kabul edince alp tipi İslâmî unsurlarla zenginleşerek Gâzi tipine dönüşür. Yerleşik medeniyete geçmiş tarım toplumunun ideal kahramanı ise velî tipidir. Ayrıca edebî metinlere pek geçmeyen ahî tipi de toplumun sosyal ve iktisadî hayatını düzenleyen bir işlev üstlenmiştir. Batı medeniyet dairesine geçmekle oluşan Yeni Türk Edebiyatı’nda ise yeni aydın tipi, ideal kahraman olarak görülür. O, hem kalemi hem de kılıcı ile yol göstercidir. Yeni Türk Edebiyatı’nda tâli tiplerin incelenmesi ise Mehmet Kaplan’ın yol göstermesiyle başlamıştır. Üzerinde layıkıyla durulmayan öğretmen tipi de bunlar arasındadır.
Son dönemde çalışan kadın tipi üzerinde de tez yapılmıştır.
Türk Romanında Öğretmenler
Ahmet Midhat Efendi’nin Felatun Bey ve Râkım Efendi adlı eserindeki Râkım Efendi tipiyle halka, batılılaşmış örnek tip sunma gayreti, Mizancı Murad’ın Turfanda Mı Yoksa Turfa Mı adlı romanındaki Mansur tipi ile devam etmiş, nihayet Türkçü hareketle gelişen memleket edebiyatı ile halkı aydınlatan, halka yol gösteren ideal öğretmen tipine ulaşılmıştır. Kendisi de öğretmenlik yapmış olan Reşat Nuri Güntekin’in eserlerinde ideal öğretmen tiplerini ele alması, Türk aydınının halka yol gösterici olma misyonunun sosyal hayatta karşılık bulması yüzündendir. Çalıkuşu’ndaki Feride, edebiyatımıza kendini gösteren yeni genç kız tipidir. Daha sonra da toplumun seyircisi, bir yerde yansıtıcısı, aynası olan öğretmenlerle karşılaşırız.
Türk romanında öğretmenler şu romanlarda da karşımıza çıkar: Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Mürebbiye (1897), Fatma Aliye Hanım’ın Ref’et, Udî (1899), Emine Semiye’nin Muallime (1901), Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu (1922), Acımak (1928), Yeşil Gece (1928), Vedat Nedim Tör, Resim Öğretmeni (1943), Cevat Fehmi Başkut, Paydos (1948), Samim Kocagöz, Bir Şehrin İki Kapısı (1948), Samet Ağaoğlu, Öğretmen Gafur (1953), Cevdet Kudret, Havada Bulut Yok (1958), Fakir Baykurt, Onuncu Köy (1961), Kemal Tahir, Bozkırdaki Çekirdek (1965), Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak (1973), Rıfat Ilgaz, Karartma Geceleri (1974), Ümit Kaftancıoğlu, Tüfekliler (1974), Ferit Edgü, Kimse (1976), O (1977), Hüseyin Karatay, Sürgün Öğretmen (1996), Ümit Kıvanç, Siyah Makamı (1977), Ali Erkan Kavaklı, Kader Kapımı Çaldı (1999).
Halide Edib’in Romanlarında Öğretmenler
Halide Edib, hem milletin ve memleketin gelişmesinde eğitim ve öğretimin önemli olduğuna inandığı hem de kendisi öğretmenlik yaptığı için romanlarında ve makalelerinde eğitim ve öğretim üzerinde durmuştur. Toplumun eğitilmesinde çocuğun ve kadının eğitilmesi, Halide Edib’in romanlarında temel meselelerden biri olarak ele alınmıştır.
Râik’in Annesi’nde, Râik, yazarın da terbiyesinden geçtiği Anglo-Sakson anlayışıyla eğitilir. Toplumun gelişmesi için annenin eğitimi önemli olduğundan Hikmet’in annesi Macide’nin eğitimi üzerinde de durulur. Handan’da erkek ve kız çocukları toplumda kadın-erkek eşitliği oluşturacak şekilde eğitilir. Doktor Nâzım ise Handan’ın öğretmenidir. Birbirlerine âşıktırlar. Fakat Handan’ın kadınlığına hitap edemeyen Nâzım, evlenme teklifi sırasında “maksadın kızı” olmasını da istediği için onu kendisinden soğutur. İdeolojik bir roman olan Yeni Turan’da ise Türklük şuûruna sahip yeni bir nesil yetiştirilmesi için Yeni Turan öğretmenlerinin çabaları anlatılır. Oğuz’un ve Kaya’nın öğretmenliği bu amaca yöneliktir. Vurun Kahpeye’de idealist köy öğretmeni Aliye’nin dinî taassub karşısındaki trajedisi anlatılır. Fakat bu romanda ve Ateşten Gömlek’te iyiler kötülere yenilmiştir. Aliye olaylar karşısındaki tutumları yüzünden tipten öte şahsiyete yaklaşmıştır.
Bu tipin edebiyatımızda bir uzantısı sayılabilecek Lâle de, Halide Edib’in Tatarcık (1938-39) romanında idealist bir öğretmen tipi olarak kendini gösterir. Hem Tatar olduğu hem de herkesi medenîleştirme gayretleri yüzünden rahatsız ettiği için sivrisinekten kinaye ile Tatarcık diye anılan Lâle, babası ölünce annesini nâmerde muhtaç etmez, çalışır, evini geçindirir. Hem kendini yetiştirmesi hem de çalışıp evin geçimini sağlaması yüzünden Poyraz Köyü halkı onu takdir eder. Onlara göre Tatarcık “ehl-i ırz, çalışkan, tertemiz bir kızdır.” Çocuklara düşkün olduğu için de çocuklarının sağlığı veya haylazlığı sebebiyle zorluklar çeken annelere yardımcı olur.
Anne-kız, Osmanlı-Cumhuriyet
Lâle’nin diğer kadınlardan farklılığı daha başta annesiyle olan zıtlığı çerçevesinde verilir. O, Osmanlı’da muteber olan eviyle kocasıyla çocuğuyla uğraşan, sosyal rolü bunlarla sınırlanmış, pasif kadına karşı, idealleştirilmiş bir Cumhuriyet kadını olarak karışımıza çıkar. Annesinin Osmanlı kadınını temsil eden pasif hâli, divan şiirinden benzetmelerle, şu cümlelerle verilir:
“Tatar Osman sağ oldukça evinde yaşayanlarla, yani çoluğu çocuğuyle kimse ilgilenmedi. Karısı Lâlezar adını taşıyan sırık gibi uzun ve ince, kul cinsi bir hatundu. Rüzgârda sallanan bir saz gibi yürürdü. Derisi kamelya gibi beyaz, ağzı kızıl bir gül koncası gibi renkli, saçları bir yığın altın gibi parlak, gözleri elâ ve süzgündü.
Bununla birlikte öyle silik bir yaratıktı ki, bütün bu güzelliğine karşın kocası yaşadıkça o gölge kaldı. Hem de her resmî toplantıda kendini gösterdiği halde... (...) Fakat konuşmaktan çekinir, ahbap edinmekte son derece kaçınırdı. (...) Kadınlar yarı onun soğukluğundan, yarı Tatar Osman’a rastlama korkusundan hiç kapısını çalmamışlardı.”
Erkek egemen yapı içinde pasifleşen anne Lâlezar gibi kadınla, Cumhuriyet’le birlikte kadınlara tanınan haklarla aktifleşen Lâle arasındaki fark da burada belirginleşmektedir. Adeta ana kız, Osmanlı’yla Cumhuriyet’teki kadın tiplerini temsil etmektedirler.
Öğretmenliğe başlayan Lâle, kendine yeni elbise yaptırır, “kızın endamı olanca yakışıklılığıyle kendini göster”ir. Lâle’nin görünüşünü biraz daha tasvir eden yazar, onu erkeksileştirerek anlatır: “Tatarcık’ın boyu ortadan yüksek, vücudu yassı, fakat bir kaplan gövdesi gibi güçlü ve yumuşak kaslıydı. Hâlâ bir gemici gibi adımları ayrık, kollarını sallaya sallaya yürüyordu. Tıpkı babası gibi güvertelerde fırtınalar içinde dengede durmaya çalışan bir denizcinin ahengiyle hareket ediyordu. Fakat onda babasını hatırlatan yalnız yürüyüşü değildi.” Lâle’nin yüzünü genç bir Moğol’a benzeten yazar, onun annesiyle olan benzerliğini teninin beyazlığı ve ağzının biçimiyle sınırlandırır.
Beyhan Uygun Aytemiz, Halide Edib-Adıvar ve Feminist Yazın adlı yüksek lisans tezinde, yazarın Yeni Turan romanındaki Kaya ve Ateşten Gömlek’teki Ayşe ile olan benzerliğini vurgular: “Halide Edib-Adıvar, Lâle’yi de tıpkı Kaya ve Ayşe gibi kadınsılığından soyutlayarak, ‘erkekleştirerek’, yeni Türkiye için öngörülen medenîleştirme projesinde erkeğin yanında ona yoldaş olacak kadının profilini belirler.”
Çalışan Kadın
Lâle, İngilizce öğrenmiştir; Kandilli Kız Lisesi’nde İngilizce öğretmenliği yapar, bazı yalılardaki gençlere ders verir, Albay Nihat’a tercümanlık yapar. Sporla ilgilenir, yüzer, bisiklete biner, yürüyüşlere çıkar. Tatarcık hem bedenen hem de zihnen hareketli bir insandır. Bu özellik, Halide Edib’in aldığı eğitimden kaynaklandığı kadar, Amerikan Koleji’nde tanıdığı kendi başlarına birşeyler başaran, evlenmeyen Amerikalı kadın öğretmenlerin etkisiyle de ortaya çıkmıştır.
Fatma Aliye Hanım’ın Udî, Halide Edib’in Sinekli Bakkal’daki Rabia adlı kadın kahramanlar gibi Tatarcık da çalışarak geçimini sağlar, sosyal hayatta yerini alır. Batıyı örnek alarak modernleşmeye çalışan Türkiye’de kadın da çalışma hayatına atılmak zorundadır. Çünkü modernizmin ekonomik hayattaki karşılığı olan kapitalizm, herkesi ekonomik bir birim haline dönüştürür ve kadını da atıl ekonomik iş gücü olmaktan uzaklaştırır.
Romanda gelenekselci bakışın temsilcisi olan Haşim ise böyle düşünmez. Kadının iş sahibi olması, Haşim’e göre memleketimizi kadınlaştırır. Lâle gibi kadınlar yüzünden erkeklere iş imkânı azalmıştır. “Tatarcık erkeğin ağzından lokmasını alan tiptir.” Haşim ihtiraslıdır, kadını da siyasî liderlik yolunda faydalanılacak bir nesne olarak gördüğü için sosyete dilberi Zehra ile evlenir.
Zehra da zaten, Lâle’nin zıttı olan bir kadındır. Zehra, erkekleri dişiliğiyle baştan çıkarıp rahat yaşamak için yönetmek isteyen kadını temsil eder. Bu özelliğiyle Lâle’nin kişiliğini ön plana çıkaran arka fon olur. “Halide Edib, ‘Tatarcık’ı ise, erkeğe arkadaşlık, yoldaşlık edecek, ülkenin gelişmesi için onunla omuz omuza verip çalışacak, Zehra’nın yaptığı çıkar hesaplarından uzak, dürüst, mert bir kişi olarak sunar.”
Batılılaşmanın Bir Batılı Gözünden Yorumlanışı
Helen, Lâle’yi fazla ciddi, hayattan fazla uzak bulur. Amerikalı psikolog Helen Berkley, Lâle’nin kolejden tanıdığı bir arkadaşıdır. Poyraz Köyü’ne medeniyet getirmek düşüncesini de Amerika’daki sosyal hareketleri anlatırken Lâle’ye aşılamıştır. Ona göre Lâle, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra beliren dünya gençliğinin bir örneğinden başka bir şey değildir. Lâle ve onun arkadaşlarını içten, fakat oldukça yeni bir Avrupa taklitçisi olarak görme eğilimindedir.
Lâle de zaten, kendi toplumunu medenîleştirmek istediğini söyleyerek bunu teyit etmektedir. O, adeta gönüllü bir yerli oryantalisttir. Kendi toplumuna bir batılı gibi bakıp, onu henüz erginleşmemiş bir çocuk, eğitilmesi gereken, yetişkin olmamış bir şahıs olarak görmektedir. İngiltere’nin yıllarca sömürdüğü Hindistan söz konusu olduğunda, İngiliz bürokratlarının, oraya medeniyet götürdüklerini, onları eğittiklerini söylemeleri, bu bakış açısının değişik bir örneğidir. Bu konuyla ilgili örnekleri Edward Said’in Oryantalizm adlı kitabında bulmak mümkündür.
Lâle’nin Misyonu
Lâle’nin disiplinli ve namuslu oluşu, anne ve babasının terbiyesi sayesindedir. Her ne kadar annesi ve babası kadar yabanî olsa da sosyal hayatın gereklerine uyar; hatta evin geçimini sadece kendisi karşıladığı halde yılda bir “köy fukarasının kömürü için aynı parayı getirip teslim” eder. Öğretmenliğe başlayınca da halkı medenîleştirme gayretleri ve ideallerinin etkisiyle köydeki fakirlere ve zengin ailelerin gençlerine yol gösterici olur. Lâle’ye göre “gençlerin bugünkü işi yeni toplumu temelleştirmek, eski düşünceler ve geleneklerle savaşmaktır.”
Bu düşüncelerini halkın günlük yaşantısına da yansıtınca hayli tepki toplar. Lâle, yayaları, yolun ortasından yürümeyip kaldırımda yürümeye alıştırmak için bisikletini üzerlerine sürer. Bunun açıklamasını ise şu şekilde yapar:
“-Burada yolun neresinden yürüyeceğini bilmeyen yayalara yol öğreteceğim. Niçin okula, üniversiteye gittim zannediyorsun?
-Ben de şimdi onu düşünüyordum.
-Sizin gibi köhne kafaların içini gençleştirmek, sizi medenîleştirmek için…”
Lâle o köhne kafaları nasıl gençleştireceğini, medenîleştirmekten ne anladığını ise roman boyunca yeterince anlatamaz. İşte Tatarcık’ın tip olmasını sağlayan en önemli sebep budur. Batılılaşma hareketi ile ortaya çıkan civilitation-medenîleşme kavramının özü, ne olduğu açıklanmamıştır. Tatarcık, öğretmendir, aydındır, yol göstercidir, hatta sembolik de olsa, cahil insanları yola sokmak için zor kullanan bir jakobendir.
Feridun Paşa korusundaki gençler arasında da “yalnız o ideolojisinden, bilimsel sözlerden değil, halk için yapılacak hizmetlerden, halkın günlük ve basit ihtiyaçlarından söz ediyordu.”
Korudaki yedi genç de o dönem gençleri arasındaki düşünce farklılığını gösterir. Bu, Halide Edib’in, farklı düşüncelerin saygı ve hoşgörü çerçevesinde yaşayabileceğine inancından kaynaklanır. Fakat bu gençler arasında idealleştirilen ise Tatarcık’tır. Çünkü o kendini milletine adamıştır. Recep’in evlenme teklifini önce kabul etmeyişinin altındaki sebep de budur: “Susun ben hayatımı Poyraz Köyü’ne adayacağım; bu köyü medenîleştirmek, bu köye devrimlerimizin ruhunu sokmak için evlenmemeye karar verdim.” Daha sonra Recep’in de aynı idealleri benimsediğini anlar ve kararını değiştirir. Recep de fakülteyi bitirip avukat olacak ve parası olmayanların haklarını savunacaktır. Recep bu düşüncesiyle, medenîleşmenin yanında, sosyal düzeni koruyacak olan adalet mekanizmasına da dikkati çekmiş olur. Lâle modernleşmeyi sağlamaya çalışacaktır. Recep de, köklerinden kopacak, benliklerinden uzaklaşacak insanları, onlara, çocuklara kukla oynatarak kendilerine döndürecektir.
Romanda, yeni zenginleşen burjuva sınıfı, eğlenceye düşkünlüğü, aşırı tüketim eğilimi, ahlâkî düşkünlükleri, çıkarcılıklarıyla eleştirilir. Romanın, Lale’nin özel ders verdiği zengin ailelerin konaklarında geçen bölümleri, özellikle bu konuyla ilgilidir.
Sonuç
Tatarcık’ın bir roman kahramanı olarak kişiliğinin ayrıntılarla zenginleştirilip şahsiyet haline getirilememesinin sebebi de İsmail Habib’in de belirttiği gibi yazarın Türkiye’den uzakta yaşadığı için yaşamadığını yaşatamaması, meseleleri ve kahramanları işleyememesidir.
Fransız Aydınlanması’nın temel değerleri, milliyetçi bir çizgiyle, ahlakçı bir cinsellikle birleşmiş bir şekilde, aktif bir yurttaş olarak Tatarcık’ta kendini göstermektedir. Ayşe Durakbaşa’nın deyişiyle, “Cumhuriyet’in asi kızı”, Halide Edib, modern kadın kimliğini, romanlarında sergilemiştir.
Lâle, Tanzimat Edebiyatı’ndan itibaren kendini gösteren yeni aydın tipine bağlı, tâli bir tip olan öğretmen tipinin bir temsilcisidir.
Modernizm, ekonomide kapitalistleşme; siyasette parlamentarizm, ulus devletçilik; dinî planda sekülerleşme, laiklik; düşüncede aklîleşme, rasyonalizasyondur. Halide Edib, Türkiye’de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri adlı kitabın “Garp Medeniyet Hakkında” başlıklı bölümünde, Batı’yı “beraberlik” ve “bir örneklik” kavramları çerçevesinde yorumlar; ekonomi, siyaset, düşünce, kültür planında çözümleme yapmaz. Kitabın Amerika’yla ilgili bölümlerinde, parlamenter sistem, anayasa, eğitim kurumu gibi alanlarda Türkiye’yle karşılaştırmalar yapmıştır ama yazılarda, Batı medeniyetini, bütünlüğüne gören bir zihniyetle karşılaşmayız. Batı’daki bu bütünlüğü göremeden, tıpkı fili görmeyen körlerin neresini tutuyorlarsa ona göre fili tarif etmeleri gibi, Tanzimat, Meşrutiyet ve ilk dönem Cumhuriyet aydınları da modernizmin parçaları üzerinde durmuşlardır. Halide Edib de bu bütünlüğü göremeden modernleşme taraftarı olmuş, romanlarındaki ideal kahramanlarına da bu tarafı tutturmuş ama bunun içeriğini dolduramamış bir yazardır. O, çatal bıçak kullanmayı, piyano, keman çalmayı, pantolon giymeyi, yabancı dilde kelime söylemeyi kısacası bütünün parçalarını kullanarak bütünün tamamına sahip olduğunu düşünen, “metonimik modernleşmenin”, bu yanılgıyı yaşayan bir neslin örneğidir.
Bu da Tatarcık’ı bir tip haline getirmiştir.