Muharrem Kaya, Şamanist Türk Mitolojisinin Erzurum Efsaneleri’ndeki İzleri, Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk Sanatı ve Kültürü Üzerine Araştırmalar Nejat Diyarbekirli’ya Armağan, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2006, s. 563-572.
ŞAMANİSTİK TÜRK MİTOLOJİSİNİN ERZURUM EFSANELERİ’NDEKİ İZLERİ
Dr. Muharrem Kaya
Mitoloji, yaban toplumların insanı, nesneleri, doğayı, dünyayı, evreni anlamlandırma çabasıdır.[1] Bu anlamlandırma inanç, tören ve uygulama şeklinde ortaya çıkar. Yaban toplumlarda bu üçlü, birbirini bütünleyen bir yapı oluşturur. Mitlerin oluşumunda öncelikle, gerçeklik planında, yerdeki doğal olgulara kavram, işlev yüklenerek ve kişileştirilerek, hayalî planda, gökte tanrılara bağlı bir sistem içinde mit haline getirme şeklinde bir yolun izlendiği görülür[2]. Toplumun gelişmesi ve medeniyet seviyesinin yükselmesiyle bu yapı, yerini yavaş yavaş tek tanrılı dinlere, geleneklere ve bilimsel bilgiye bırakır.
Türkiye’deki kültürel yapıya bakıldığında buna benzer bir durumla karşılaşırız: Orta Asya’dan göçlerle getirilen kültür, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra kendi bünyesine Arap ve Fars kültürünü de katmış, Anadolu’daki otonom halkların kültürleriyle karşılaşmış, on dokuzuncu yüzyılda başlayan modernleşme çabalarıyla Batı Avrupa kültüründen etkilenmiş, böylelikle pek çok katmandan oluşan kültürel yapı oluşmuştur. Bu katmanları görebilmek, Türkiye’deki kültürel mirasın ne kadar zengin olduğunu görmeyi sağladığı gibi, kültürel konulardaki çalışmaları daha sağlıklı çözümlemeyi ve değerlendirmeyi de olanaklı kılar. Aksi halde bilgilerin birbirine karıştırıldığı hatalı, yanlış hatta bilerek çarpıtılmış sonuçlara gidilir. Mesela İslâmiyet’in temeli olan Kur’an, hadis ve tefsirlerin dışında tamamen halk İslâmı olarak görülebilecek folklorik inançlar, İslâmiyet’in kendisi gibi algılanabilmektedir. İdeolojik çarpıtmaya bir örnek de temeli mevsim dönüşümüne dayalı bir törensel kutlama olan Nevruz’un 1980 ve 1990’lı yıllarda PKK tarafından ideolojik amaçlar doğrultusunda yorumlanması, halkı isyana teşvik etmek için kullanılmasıdır.
Türk dünyasına tarih ve coğrafya açısından bakıldığında Gök Tanrı inancından, animizm, totemizm, Budizm, Taoizm, Zerdüştlük, Maniheizm, Mazdeizm, Yahudilik, Hıristiyanlık, İslâmiyet’e kadar çok geniş bir inanç yelpazesi ile karşılaşırız. Bu yazıda, Şamanlığın sihir ve büyü sistemi olmasının yanında Gök Tanrı inanışını, yer/su iyelerini, animizmi, totemizmi de içeren geniş inanç ve mitolojiye dayanması, Orta Asya’da yaygınlığı, Anadolu halk kültürüne geniş etkisi sebebiyle Şamanistik Türk mitolojisi merkeze alınmıştır. Ayrıca, yazıda, bu mitolojinin temel özellikleri kısaca belirtildikten sonra bunların Erzurum efsanelerindeki izleri üzerinde durulacaktır. Efsane üzerinde durulmasının sebebi, efsanelerin mitlerden oluştuğu tezidir. Efsaneler sınıflandırılırken yaratılış efsaneleri, tarihî efsaneler, olağanüstü kişiler, varlıklar ve güçler üzerine efsaneler, dinî efsaneler diye dört gruba ayrılır[3]. Özellikle yaratılış efsaneleri grubunda mitolojik unsurlar daha çok yer alır. Erzurum efsaneleri üzerinde durulmasının sebebi ise Bilge Seyidoğlu’nun hazırladığı Erzurum Efsaneleri adlı kitapta bu efsanelerin Türk mitolojisiyle olan bağlantılarının incelenmemiş olması ve sadece efsane metinlerinin yayınlandığı otuz bir kitap, sekiz yayınlanmamış yüksek lisans, doktora tezi ve pek çok makalenin, yazının yayınlandığı[4] bu geniş alanın sınırlandırılmış olmasıdır. Bu sınırlandırma olmasa Türk mitoojisinin sadece efsanelerdeki izleriyle ilgili bir çalışma bir kitap boyutunu alabilecektir.
Efsane ve mit arasındaki farklılıklar ve benzerlikler konusunda şu bilgileri de belirtmek gerekir. Mitler kutsaldır fakat efsanelerde bu etki sınırlıdır. İkisi de inançlara dayalıdır ve anlatanlar, dinleyenler anlatılanların gerçek olduklarına inanırlar. Mitlerde çok eski çağlarda geçen olaylar anlatılır, efsanelerde ise anlatı zamanı günümüze yakındır. Efsaneler günümüzde oluşabilir ama mit oluşamaz. Mitlerin mekânları bilinen yerler değildir, efsanelerde ise bilinen yerler üzerine pek çok şey anlatılabilir. Mitlerin şahıs kadrosu tanrı veya yarı tanrılardan, efsanelerin ise tarihî ve dinî şahsiyetlerin yanında sıradan insanlardan oluşur.[5]
Bu yazıda, mitoloji ve efsane arasındaki etkiler, mitlerin temelde yer almasından dolayı mitolojinin bölümlerine göre ele alınmıştır. Kutsallığa dayalı olan mitolojik anlatıları şu dört ana gruba ayırabiliriz: 1. Teogoni. 2. Kozmogoni. 3. Antropogoni. 4. Eskatoloji.
1. TEOGONİ
Teogonik anlatılar, tanrıların doğuşları, birbirleriyle ilişkileri, insan hayatı ve doğayla ilgili işlevleri, üzerine kuruludur. Şamanistik Türk mitolojisine bakıldığında farklı Türk topluluklarının, birbirlerine göre farklı bir tanrılar, ruhlar sistemi oluşturdukları görülür. Bu sistem genelde gök, yer/su, atalar kültüyle bağlantılı olarak karşımıza çıkar ve gökte, yerde ve yer altında bulunmalarına göre şu adlarla belirtilirler: Gök Tanrı, Güneş Tanrısı, Ay Tanrısı, Ülgen, Yayık, Suyla, Karlık, Utkucı, Yıldırım Tanrısı, savaş tanrıları, hastalık veren ruhlar, rüzgar ve yağmur ruhları; Yo Kan, Talay Kan, Umay, Ana Maygıl, Ak Ene, Albastı, ateş, ev ruhları; Erlik[6]. Bu konuyla ilgili bilgileri eski Türk yazıtlarında, Uygurca Oğuz Kağan destanında, Divanü Lugati’t-Türk’te, Orta Asya’ya giden Arap gezginlerin seyahatnâmelerinde, Alman, Rus, Fransız oryantalistlerin eserlerinde, Çin yıllıklarında, Orta Asya’da yapılmış derlemelerde bulabiliriz.
Erzurum’da Pervizoğlu Camii’yle ilgili anlatılan efsanede, ihtiyar bir adamın öğrettiği şekilde yer altına giren Molla, oradan pek çok değerli eşya ve özellikle sahibine kırk genç kız, yabancılara ise kırk topuzlu Arap çıkartan kırk kollu şamdanı alıp yeryüzüne getirir[7]. Bu efsanede bulunan yer altındaki olağanüstü yer motifi büyük ölçüde Şamanların dinî âyinlerde ve halk hekimliğinde kullandıkları yer altına inme, oradaki ruhlarla bağlantı kurma töreniyle ilgilidir. Yerin altında bulunan Erlik, yardımcı ruhlarıyla birlikte insanlara kötülükler eder. Bu efsanedeki kırk kollu şamdandan çıkan kırk topuzlu Arap, yer altındaki kötü ruhları düşündürmektedir. Bu şamdan Molla’nın yararına kullanılır. Efsane, İslâmî bir motif olan Hızır’ın yardımcılık işlevini devreye sokmaktadır. Efsanelerde, destanlarda, masallarda karşımıza çıkan anlatının ana kahramanına yardım eden Hızır motifi, burada yer altına inen şamanın koruyucu ruhu gibi bir rol üstlenmiştir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki Türklerin İslâmiyet’i kabul etmesinden önce destanlarda karşımıza çıkan Gök Sakallı Koca motifi, İslâmiyet’in kabul edilmesinden sonra yerini Hızır’a bırakmıştır[8].
Erzurum’da bulunan Hazal Ziyareti ile ilgili efsanede, Hazal adlı kadının kardeşi ile savaşa katıldığı, kadının saç tellerinin takıldığı yerlerde ceviz ağaçlarının yeşerdiği, bir ara kaybettiği kardeşini ararken tepenin zirvesinde öldüğü, tepede elinde ışıkla ruhunun gezdiği anlatılır[9]. Bu efsanenin konumuzla ilgili olan tarafı ata kültüyle, ata ruhlarıyla bağlantılı olmasıdır. Türk mitolojisine göre, üstün gücü olan, yiğit, bilgili insanlar öldüğü zaman ruhları, kendi kavimlerinin bulunduğu yerden uzaklaşmaz, onları korumaya devam eder. Bunların ruhlarının makamı da dağ ve tepelerin zirvesi olarak kabul edilir; böylelikle ataların ruhlarına törenler düzenlenir, kurbanlar kesilir[10]. Bu efsanedeki Hazal da ata kültüyle bağlantılı olarak kutsal kabul edilen bir ruhtur, makamı tepedir ve orada elinde ışıkla dolaşır. Ayrıca İslâmiyet’in Türkler tarafından kabul edilmesinden önce Türklerde ata kültü varlığını sürdürürken bu inanışın, İslamiyet’in kabul edilmesinden sonra evliya kültüne dönüştüğünü de belirtmemiz gerekir[11].
Ahi Baba adlı efsanede ise ata kültü ve evliya kültünün, evi koruyan ev iyeleriyle (evin sahibi, evin koruyucu ruhu)[12] birleştiği görülür. Bu efsanede, evin içindeki bir açıklıkta Ahi Baba’nın kabrinin bulunduğu, evde gece kendiliğinden Kur’an sesi duyulduğu, ocağın kendi kendine yandığı, kendiliğinden evin çeşmesinden su aktığı anlatılır[13]. Evi koruyan ruh inancıyla bağlantılı olan Ahi Baba’nın ruhu, evin bereketini de sağlar.
Evin Dedesi ve Tekin Olmayan Ev adlı efsanelerde de yine evi koruyan ruhla ilgili anlatılar yer alır. Evin Dedesi’nde evin yatak ve yorganlarının toplandığı yüklükte perşembe akşamları ses geldiği, Evin Dedesi’nin abdest alması için evin sakinlerinin ibrikle su koyduğu, ertesi sabah kalktıklarında da suyun bitmiş, evdeki seccadenin yere yerilmiş olduğunu, evdekilerin bu şahsi hiç göremedikleri anlatılır[14]. Bu ev ruhunun abdest almasıyla ilgili unsura Tekin Olmayan Ev efsanesinde de rastlarız. Bu efsanede ahşap bir evden iniltiler geldiği, bu evde insanların leğen ve ibrik koyduktan sonra yattıkları, sabah da suyun bittiği, Kur’an okunurken de kapıları kapalı evde bir kedinin dolaştığı anlatılır[15]. Evi koruyan bu ruhlar insanlara zarar vermez, insanlar da onlara saygı duyarlar. İkinci efsanede bu ruhun kedi şekline girdiği de söylenebilir.
Külhani Baba efsanesinde de bir tek mum ile hamamı ısıtan bir evliya anlatılır. Bu şahsın sırrı ortaya çıktığında dünyasını değiştirir, o günden sonra da o şahsın ruhuna, külhanda gece gündüz mum yakılır[16]. Burada da yine belirli mekânları koruyan, oranın sahibi ruhlarla, cinlerle ilgili teogonik inançların, evliya kültüyle bağlantılı olarak efsaneleştirildiğini görürüz.
Al Karısı adını taşıyan on iki efsanede, loğusa kadınların ciğerlerini yemek, kız çocuklarını da boğmak isteyen, kuru soğana yaklaşmayan, Allah’ın adı anılınca kaybolan, iğne batırılarak yakalandığında eve bereket getiren, ev işlerini gören, Al Ruhu anlatılmıştır[17]. Al, Albastı, Albız, Almız, Albış, Abası, Al Karısı adlarıyla bilinen bu kötü ruhun, loğusa kadınlara ve çocuklara musallat olduğuna inanılır. Bu ruhla ilgili inançlar ve anlatılar, Orta Asya’da ve Anadolu’da çok yaygındır.[18]
Peri Kızı adlı efsanede de su perilerinden birisinin elbiselerini saklayarak onunla evlenen Murat adlı bir insan anlatılır. Bu evlilikten bir de çocuk sahibi olan Murat’ın durumundan şüphelenerek, ahırdaki ineği kesmesini isteyen köylülere, ahırda saklanan peri kızının bütün bunlara direnmesi gerektiği şeklindeki öğütlerini tutamaz. Peri kızı ve çocuk kuş olup uçar giderler.[19] Türk mitolojisinde su hayat kaynağı olduğu için kutsaldır. Bu kutsallık göze, ırmak, göl, deniz için de geçerlidir. Bu yerlerin de koruyucu ruhları olduğuna inanılır[20]. Bu ruhlarla insanların evlenmesi dünya mitolojisinde de görülür[21]. Dede Korkut Kitabı’ndaki Tepegöz de bu şekilde dünyaya gelmiştir, fakat o yer altı ruhlarından birisidir, kötüdür, Oğuzların başına bela olur.
Tepegöz hikâyesine benzeyen bir efsane Yedi Başlı Ejder adıyla anlatılır. Bu efsanede bir köylü kızına âşık olan Yedi Başlı Ejder, kız verilmeyince köylülere kötülükler yapmaya başlar. Yedi yaşındaki bir çocuk, Yedi Başlı Ejder’in kaldığı mağaraya gizlice girer. Çocuk kızgın demiri canavarın gözüne sokarak kör eder, köylüler de etkisiz hale gelen ejderi öldürür.[22] Yunan mitolojisindeki Kiklop da, Dede Korkut Kitabı’ndaki Tepegöz de, bu efsanedeki Yedi Başlı Ejder de gözleri kör edilerek etkisiz hale getirilir veya öldürülür. Yedi Başlı Ejder’in yer altındaki ruhlarla bağlantılı olması, mağarada yaşamasıyla da kuvvetlendirilmiştir. Bilindiği üzere mağaralar, yer altı ile yer üstünün birleştiği yerlerdir, tekin değillerdir.
Aladağlı Dev adlı efsanede, yer altındaki kötü ruhlara karşı savaşan insanın yanında yer alan, gökyüzündeki aydınlık ve iyi unsurlardan biri olan ay görülür. Aladağ’ın yakınındaki bir mağarada yaşayan sarışın bir dev, insanları yok etmeye başlar. Köylüler de namı çatıl yürekli yiğit olan gence yalvarır o da bu devle savaşmak için savaş duasını okur, gökyüzündeki aya, yardım etmesi için bir türkü söyler. Ay , bu yalvarmayı karşılıksız bırakmız, gökyüzünden kopup çatal yüreklinin başına konar, birlikte devin mağarasına giderler. Dev, karşısında ayın parlak ışığını görünce aydınlıklar adına yemin eder, çatal yürekliden af diler. Dost olan çatal yürekli ile dev sırrolurlar[23]. Sarışın dev, dağın yakınındaki bir mağarada yaşar. Hem mağara yer altı ile ilgilidir hem de sarı renk hastalık ve ölüm simgesidir. Böylelikle insanlara felaket getirmesinin sebebi belirtilmiş olur. Yer altındaki kötü ruhlara karşı güç ise gökyüzündeki ışıklı iyi ruhlardır. Bu efsanede de bunu ay olarak görürüz. Türk mitolojisinde ay, Ulu Tanrı’nın yarattığı kutsal bir varlıktır; sadece Mani ve Buda dinlerinin etkisine giren Uygur Türklerinde Ay Tanrısından bahsedilir[24].
Cin adını taşıyan efsanelerden birinci ve beşincisinde ev iyeleriyle bağlantı kurulabilecek unsurlara rastlarız. Cin adlı efsanelerden birincisinde samanlıkta görülen gözleri açık mavi, beyaz elbiseli bir cinden bahsedilir. Samanlığın da tekin olmadığına, eşikte besmele çekilmesi gerektiğine inanılır.[25] Beş numaralı Cin efsanesinde de kedi sesi ile gelen, ayakları ters takılmış insan şeklindeki cinlerin ayete’l-kürsî okununca insanlara dokunmadığına ve evin eşiğinde yaşadığına inanıldığı üzerinde durulur.[26] Cin, İslam dinince de kabul edilir, fakat bu efsanelerde anlatılan unsurlar, Türk mitolojisinde görülen evi koruyan ruhlarla bağlantılıdır. Bu ruhlarla ilgili inanışlara, doğu Anadolu bölgesinde rastlanır, bu ruhun makamı evin eşiği olduğu için buraya basılmaz[27].
Ziyaretli Ziyareti ile ilgili efsanede de yine su ruhlarıyla ilgili unsurlarla karşılaşıyoruz. Davut Baba’nın önce rüşasında sonra da uyanıkken gördüğü tilkinin gittiği yol üzerinde ark açılır; kurban kesilince de bu arktan su gelmeye başlar; Davut Baba’nın çayırı da bu suya kurban kesilmesi için vakfedilir[28]. Burada suyla ilgili kültün oluşum süreci açıklanmıştır. Aslında suyun ruhunu memnun etmek için kurban kesilmektedir. Bu efsanedeki tilki unsuru da dikkat çekicidir. Yer altındaki kötü ruhların başı olan Erlik, bir Altay destanında İrle Han adı ile yer alır ve yine onun kötü ruhlarından birisi olan kızı da yeryüzüne siyah tilki olarak çıkar, yiğitlerin kendini takip etmesini sağlayarak yer altına çeker, onları felakete götürür[29]. Ele aldığımız efsanede tilki yine yol gösterici bir işlev üstlenmiştir ama eski mitolojik inanç bağını yitirmiş olan Anadolu halkı, onun yer altına bağlı kötülük getirmesini unutmuş gibidir.
Aygır Gölü ve dört numaralı Ejderha adlı efsanelerde su iyeleriyle bağlantılı unsurlar bulunur. Aygır Gölü’nde su aygırlara çevreden geçen atları göle sokup öldürürler. Bir insan hileyle bir su aygırını yakalar, insanların hizmetine sokar. Fakat bu su aygırı, geri dönünce diğer su aygırları insanlara hizmet eden bu aygırını öldürürler.[30]
Su kökenli atlar Türk mitolojisine has bir unsurdur. Pek çok destanda ve halk hikâyesinde de yer alır.[31] Ayrıca sudan çıkan atların insanlara zarar verdiğine inanılır.[32]
Ejderha başlıklı efsanelerden dördüncüsünde de suyun başını tutmuş bir ejderhanın insanlırı yuttuğu, bir dervişin duası ile bu ejderhanın taş kesildiği anlatılır[33]. Suyun başını tutan kötü ejderha, Sultan Sekisi dağına dumanlar içinde inmiştir. Bu yüzden bu ejderhanın yer altından değil, gökten gelip insanlara musallat olduğunu görürüz.
Meymansır’daki Mağara efsanesinde de kutlu mağara motifini buluruz. Bereketli hayvanlara sahip olmak isteyen köylüler hayvanlarını bu mağaraya götürüp içerideki ziyarette dua ederler.[34] Mağara, Altay yaratılış mitlerinde ana rahmi görevi görmüştür[35]. Bu sebeple ata mağarasına gidip oraya saygı duyulduğunu göstermek için dua etmek, bu efsanede, bereketi sağlamak için dua etmeye dönüşmüştür.
2. KOZMOGONİ
Kozmogonik anlatılarda, evrenin, dünyanın, yeryüzü şekillerinin, tabiat unsurlarının oluşma sebebi, insanlarla olan bağlantısı üzerinde durulur. Pek çok nesnenin var oluşunun kökeniyle ilgili açıklamalar yapılır. Türk mitolojisinde evren, dünya tasarımlarıyla ilgili malzemeler bolca bulunur. Bu yüzden bu tip anlatılar adeta Türk mitolojisinin tamamı gibi görülmektedir.
Kozmogonik anlatılarda gök, göğün direği, güneş, ay, yıldızlar, burçlar, dünyanın şekli, yer altı, yıldırım, rüzgar, su, ırmak, göl, deniz, dağ, ağaç, ateş önemli bir yer tutmaktadır[36].
Erzurum’da derlenen Kırklar adlı efsanede Türk mitolojisinin dünya tasarımını buluruz. Kırklar, kuş kılığına girip caminin müezzinini kendi ülkelerine götürürler. Cennet gibi bir yerde bir eve kapattıkları müezzini sınamak isteyen kırklar, onun başka bir odaya gitmesini yasaklarlar. Fakat müezzin yasağa uymaz, bir odaya girer ve orada dünyanın bir kalbur içinde öküzün boynuzlarında durduğunu görür.[37]
Türk mitolojisine göre kubbe şeklindeki gök ve tabak şeklindeki dünya dört tane gök renkli öküzün boynuzları üzerinde durmaktadır. Hint mitolojisinde bu dört öküzün yerini dört fil, Çin mitolojisinde ise dört sütun alır.[38] Kırklar efsanesinde ise dünyanın bir öküzün boynuzları üzerinde durmasından bahsedilmiştir.[39]
3. ANTROPOGONİ
Antropogonik anlatılarda, insanın yaratılışı, yaratılış sebebi, görevleri, insanlar arasındaki farklılığın sebepleri yer alır. Bu tip sorular ve cevaplar zaten insanın var olma sebebini açıklayıcı konulardır. Bu yüzden her dinde, her inanç grubunda, gerek kutsallaştırılarak gerekse felsefî bir sav şeklinde bu konular işlenir.
Taşlaşan Köy adlı efsanede suyun başını tutan bir canavar, oraya yaklaşan köylüleri ve hayvanları korkutur kaçırır. Köyün kadınları su kenarındayken yine su canavarı çıkar, kadınlar Tanrı’ya bu canavarı yık ederse kurban keseceklerini söyleyerek yakarırlar. Tanrı, canavarı taşa çevirir fakat kadınlar kurban kesmek yerine bit öldürürler. Sadece bir kadın kurban keser. Tanrı bu saygısızlığı, kurban kesen bu kadın dışında hepsini taşa çevirerek cezalandırır.[40] Bu efsanede yer altı ruhlarıyla bağlantılı kötü bir su ruhu olan su canavarı motifi yer almakla birlikte, efsanede başat olan unsur insanların Tanrı’ya karşı görevlerini yerine getirme zorunluluklarıdır. Tanrı insanları korur fakat kendisine adanmış kurbanın kesilmesini de bekler. Bu insanların görevidir. Görev yerine getirilmeyince ceza kaçınılmaz olur. Altay yaratılış mitinde, Tanrı’nın elçisi Şal-Yime insanlara, Tanrı için yapılması gereken görevleri öğretir; Tanrı’ya verilen sözler mutlaka yerine getirilmelidir[41]. İki numaralı Ejderha efsanesinde de ejderhayı taşa çeviren Allah’a kurban kesmeyince çoban ve sürüsü de taşa çevrilir[42].
Kümbet Köyü efsanesinde Çoban Ahmet’in gelecekten haber vermesi ve kuşlar gibi uçarak sırtında insan taşımasına dayalı kerameti anlatılır. Çoban Ahmet, ibadetini açıkça yapmayan birisidir, zorla camiye götürülmeye çalışılınca mağarasına kapanıp kaybolur. Hac’da hastalanan Hacı Ahmet’i sırtına alıp, uçarak köyüne getirir, onun öleceği günü de söyler. Hacı Ahmet de vadesinin dolduğunu görünce bu adama borcunu ödemek için bir kümbet yaptırır.[43]
İnsanlarla tanrılar ve kutsal ruhlar arasındaki bağlantıyı büyük ölçüde şamanlar sağlar. Şamanların en önemli özelliklerinden biri de gaybtan ve gelecekten haber vermeleridir. Gaybtan ve gelecekten haber vererek hastaları iyileştirmek şaman geleneğinde çok güçlüdür. Bunun geçici olarak bedeninden ayrılıp gizli âlemlere gidip bilgiler almak ve göğe yükselerek Tanrı’nın yanına veya kutsal ruhlara ulaşıp gelecekteki bilgileri öğrenmek şeklinde gerçekleştirir. Kur’an-ı Kerim, hadisler ve menakıbnâmelerde de geçen bu inanışı, şaman geleneğine bağlamak bu efsanelerin bağlandığı kökleri aydınlatmak açısından daha önemli gözükmektedir.[44] Şamanlar göğe yükselirken kuş şekline girmiş olan yardımcı ruhların üzerine binerler. Bu efsanede de Çoban Ahmet’in kendisi kutsal bir ruh gibi uçabilmektedir.
4. ESKATOLOJİ
Eskatolojik anlatılarda kıyametin niçin ve nasıl çıkacağı işlenir. Ahiret düşüncesiyle ilgili unsurlara yer verilir. Bu konuyla ilgili Erzurum Efsaneleri’nde herhangi bir unsura rastlanmamıştır.
Mitolojik anlatılar, yaban toplumların dünyasını aydınlattığı için bize halk düşüncesinin ve kültürünün temelleriyle ilgili çok önemli malzemeler verirler. Erzurum’da derlenmiş olan efsanelerle ilgili yapılan bu çalışmada da Türk mitolojisiyle ilgili yer yer aynen yer yer de tek tanrılı bir din olan İslamiyet’in örtüsü içinde değişerek varlığını sürdüren inanışların izlerini buluruz. Halk edebiyatının başka türlerinde de bu tür çalışmaları yaparak halk mantığının, düşüncesinin analizini daha iyi yapabiliriz.
[1] Türkiye’de, mitoloji denildiğinde hep Yunan mitolojisi akla gelmiştir. Bunun bir sebebi mitolojinin tek tanrılı dinlerin dışında (hatta karşısında) yer alması, bundan dolayı İslâmî düşüncenin hakim olduğu Osmanlı’nın kültürel ortamında ele alınmamış, sadece Yunan mitolojisiyle ilgili yayınlarla bu alanın sınırlandırılmış olmasıdır. İkinci sebebi ise şudur: Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra modernleşmeye bağlı olarak Batı Avrupa kültürünün temellerinden ikisi olan Yunan ve Latin kültürünü tamamen almak Türk Hümanizması hareketinde en uç noktasına ulaşır, Oryantalist zihniyetin etkisiyle Batı karşısında kendini küçük görme, dolayısıyla Türk mitolojisini de yok sayma tavrı da gelişir. Hatta Yaşar Kemal gibi Anadolu kültürünü, ozan, âşık ve dengbej geleneğini gayet iyi bilen, bu kültürü çağdaş edebî yöntemlerle eserlerinde kullanmış bir yazarımız bile kendisini, başta Azra Erhat olmak üzere, Homerosoğlu diye niteleyenlerin bu etiketini çok sevmiş olmalı ki sürekli olarak, özellikle Homeros’u, İlyada ve Odise’yi kendi kültür kökeninde göstermektedir.
[2] Philippe Derchain, “Tanrılar”, çeviren: Mehmet Emin Özcan, Mitolojiler Sözlüğü, Cilt: II, yöneten: Yves Bonnefoy, Türkçe baskıyı yayına hazırlayan: Levent Yılmaz, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2000, s. 1046.
[3] Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, Gerçek Yayınevi, 4. baskı, İstanbul, 1982, s. 100.
[4] Sadece Türkiye’deki yayınlarla ilgili bilgi için bakınız: Metin Ergun, Türk Dünyası Efsanelerinde Değişme Motifi, 1. Cilt, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1997, s. 54-66.
[5] Saim Sakaoğlu, Anadolu-Türk Efsanelerinde Taş Kesilme Motifi ve Bu Efsanelerin Tip Kataloğu, Ankara, 1980, s. 21; Bilge Seyidoğlu, Erzurum Efsaneleri, Erzurum Kitaplığı, 2. baskı, İstanbul, 1997, s. 13-17.
[6] Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1986, s. 26-41; Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2002, s. 16-61.
[7] Seyidoğlu, a.g.e., s. 40-43.
[8] Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojsi II, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1995, s. 89-100.
[9] Seyidoğlu, a.g.e., s. 51-53.
[10] Dağ ve tepe kültünün menakıbnamelerdeki izleri için bakınız: Ahmet Yaşar Ocak, Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 114-122.
[11] Ahmet Yaşar Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1984, s. 7-19.
[12] Evi koruyan bu ruhlarla ilgili inançlar için bakınız: Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1995, s. 59-61.
[13] Seyidoğlu, a.g.e., s. 76-77.
[14] Seyidoğlu, a.g.e., s. 167-168.
[15] Seyidoğlu, a.g.e., s. 169-170.
[16] Seyidoğlu, a.g.e., s. 101-102.
[17] Seyidoğlu, a.g.e., s. 133-146.
[18] Abdülkadir İnan, “Al Ruhu Hakkında”, Makaleler ve İncelemeler 1, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1987, s. 259-267.
[19] Seyidoğlu, a.g.e., s. 146-148.
[20] Ögel, a.g.e., s. 315-422; İnan, Şamanizm, s. 48-65; İnan, Makaleler ve İncelemeler 1, s. 491-495; Jean-Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, çev. Aykut Kazancıgil, İşaret Yayınları, 2. baskı, İstanbul, 1998, s. 110-113; Turgut Akpınar, “Eski ve Bugünkü Türkler’de Su-Kültü ve Bununla İlişkili Âdetler”, Türkler’in Din ve Hukuk Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s. 59-81; Çoruhlu, a.g.e., s. 38-39.
[21] Mircea Eliade, İmgeler, Simgeler, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yayınevi, Ankara, 1992, s. 181-192.
[22] Seyidoğlu, a.g.e., s. 207-208.
[23] Seyidoğlu, a.g.e., s. 190-191.
[24] Ögel, a.g.e., s. 202.
[25] Seyidoğlu, a.g.e., s. 210-211.
[26] Seyidoğlu, a.g.e., s. 212-214.
[27] Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1995, s. 58-61.
[28] Seyidoğlu, a.g.e., s. 60-62.
[29] Ögel, a.g.e., s. 263.
[30] Seyidoğlu, a.g.e., s. 228-229.
[31] Şükrü Elçin, “Atların Doğuşları ile İlgili Efsaneler”, Halk Edebiyatı Araştırmaları II, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara, 1988, s. 414-416.
[32] Seyidoğlu, a.g.e., s. 229.
[33] Seyidoğlu, a.g.e., s. 256.
[34] Seyidoğlu, a.g.e., s. 246-247.
[35] Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1993, s. 21-22.
[36] Emel Esin, Türk Kozmolojisine Giriş, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2001, 198 s.; Ögel, a.g.e., s. 145-532; Roux, a.g.e., s. 81-123; Çoruhlu, a.g.e., s. 89-120.
[37] Seyidoğlu, a.g.e., s. 194-196.
[38] Ögel, Türk Mitolojisi II, s. 248-250.
[39] Âşık Ruhsatî’nin bir şiirinde de aynı düşüncenin izlerini görürüz: “Yer altında sarı öküz / Yüz on dört bin yaşındadır / Mevlâ’m anı hoş yaratmış / Bütün dünya başındadır” (Doğan Kaya, Sivas’ta Âşıklık Geleneği ve Âşık Ruhsatî, Cumhuriyet Üniversitesi Yayını, Sivas, 1994, s. 470.) Dünyanın balığın üzerinde durmasının izine de Anadolu tekke şiirinde Azmî’nin bir şiirinde rastlarız: “Kazanlarda katranların kaynarmış / Yer altında balıkların oynarmış / On bu dünya kadar ejderhan varmış / Şerbet mi satarsın yılancı mısın” (Saadettin Nüzhet Ergun, Halk Edebiyatı Antolojisi, Devlet Basımevi, İstanbul, 1938, s. 230.) Türk mitolojisinde dünyanın sadece öküzün boynuzunda değil balığın üzerinde durduğuyla ilgili düşünceler de vardır (Ögel, a.g.e., s. 534.). Ayrıca bu şiirde görülen ejderha motifi de Çin mitolojisinde dünyanın üzerinde durduğu temel olarak geçer. Ejderha unsuru da Türk mitolojisinde ve halk inançlarında dünyanın üzerinde durduğu yılan şeklinde yer alır.
[40] Seyidoğlu, a.g.e., s. 204-205.
[41] Ögel, Türk Mitolojisi I, s. 462-465.
[42] Seyidoğlu, a.g.e., s. 254-255.
[43] Seyidoğlu, a.g.e., s. 198-200.
[44] Ahmet Yaşar Ocak, Alevi Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 150-153.
|