İstiklal Marşı

İSTİKLAL MARŞI

Sayın Rektör Yardımcısı, Değerli Meslektaşlarım, Sevgili Öğrenciler, Değerli Misafirler

İstiklal Marşı’nın kabul edilişinin 91. yılında hem millî marşımızın hem de o devrin önemini hatırlatmak üzere karşınızdayım.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına çare bulmak ve devleti tekrar ayağa kaldırmak üzere, 19. yüzyılın sonunda, Osmanlıcılık, İslam Birliği, Türkçülük ve Batıcılık diye belirtebileceğimiz düşünce akımları görülür. Osmanlı olmak, imparatorluk bünyesindeki ulusları bir arada tutamayınca bu siyasi düşünce de kendiliğinden etkisini yitirir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Müslüman toplulukların Osmanlı’ya karşı faaliyetleri İslam Birliği düşüncesini de zayıflatır. İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesiyle Türkçülük bir ideoloji olarak güçlenir. Batıcılık ise, Batı’dan neyin nasıl alınacağı tartışmaları sürecinde 19. ve 20. yüzyılın en önemli düşünce akımı halini almıştır.

İstiklal Marşı’nın zeminini de özellikle İslam Birliği, Türkçülük ve Batıcılık düşünceleri oluşturur. Mehmet Âkif, Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh’un düşünce çizgisinde İslam Birliği’ni ve İslam’ın ilk kaynaklarını örnek almayı ileri sürer. Onun Milli Mücadele’ye katıldıktan sonra yaptıklarına bakacak olursak, dinin ve milletin korunması ekseninde yoğunlaştığı görülür. Hem İstiklal Marşı’nda hem de diğer şiirlerinde görülen milliyetçilik vurgusu, onun ırkçı, Turancı görüşlere yakın olmasıyla değil, Türk milletinin İslam’ı koruyan bir güç olduğu için savunulması gerektiği düşüncesiyle ilgilidir.

Mehmet Âkif, Ankara Hükümeti’ne bağlı olarak Konya’da, Kastamonu’da vaazlar verir. Milli Mücadele’yi zayıflatmak için Ankara Hükümeti’ndekilerin dinsiz olduğu, hilafeti kaldıracakları yönündeki propagandalara karşı konuşmalar yapar, halkı etkiler.

Ankara Hükümeti’nin, devleti ve milleti temsil eden bir milli marş ihtiyacını, bir güfte yarışmasıyla gidermek istemesi üzerine yüzlerce şiir o zamanki Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderilir. Önce Rıza Nur, daha sonra Hamdullah Suphi tarafından sürdürülen, yarışma yoluyla milli marş seçilmesi sürecinde istenilen şiirler gelmez. Hamdullah Suphi’nin bir bakan olması sıfatıyla Mehmet Âkif’ten milli marş yazmasını istemesi üzerine, ödülü almama şartıyla şiir yazmayı kabul eder. Ankara’nın soğuğuna, kaldığı Tacettin Dergahı’ndakilerden aldığı paltoyla karşı koyan Âkif, marş için konan ödülü, yoksul kadın ve çocuklara iş öğreten Darülmesai’ye verdirir. Mehmet Âkif’in bu erdemli hareketi, örnek alınacak bir davranıştır.

Hamdullah Suphi, üç milli marş önerisini, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmadan önce, kışladaki askerlere dinletmiş ve Âkif’in yazdığı şiirin beğenildiğini öğrenmiştir. Meclis’te seçim yöntemi ve marşın mahiyeti üzerine tartışmalar yapılır, milletin ruhuna uygun bir marş olması gerektiği üzerinde yoğunlaşılır. Âkif bu görüşmeler sırasında çok heyecanlanır ve oturumlara katılamaz. Çünkü “Bugünkü isyanı en iyi ben ifadelendirmek istiyorum.” diye beyanatlarda bulunmuştur.

Tartışmalar sonunda 12 Mart 1921’de, ayakta alkışlanarak, İstiklal Marşı, milli marş olarak kabul edilir. Marşın Ali Rıfat Çağatay tarafından yapılan bestesi 1924’ten 1930 yılına kadar icra edilir, sonra 1930’da yeni emirle Zeki Üngör bestesi kabul edilir.  

Tekrar İstiklal Marşı’na dönecek olursak; Âkif bu şiirde kullandığı temaları daha önce yazdığı birkaç şiirinde de kullanmıştır. 1912 yılı sonlarında cepheye giden askerlere yazdığı 10 dörtlükten oluşan Cenk Şarkısı’nda, “sel olup taşmak, yurdu düşmana, alçaklara çiğnetmemek, dağ demeyip, taş demeyip aşmak”[1] şeklindeki ifadeleri İstiklal Marşı’nda da kullanır.

Ey sürüden arta kalmış yiğit!

Arkadaşın gitti sen de git.

Bak ne diyor cedd-i şehidin işit:

Durma git evladım, uğurlar ola!

 

Durma git evladım açıktır yolun.

Cenge sıvansın o bükülmez kolun;

Süngünü tak ön safa geçmiş bulun.

Uğrun açık olsun uğurlar ola!

 

Yerleri yırtan sel olup taşmalı,

Dağ demeyip, taş demeyip aşmalı!

Sendeki coşkunluğa el şaşmalı,

Haydi git evladım, uğurlar ola!

 

Düşmana çiğnetme bu toprakları,

Haydi kılıçtan geçir alçakları!

Leş gibi yatsın kara bayrakları,

Kahraman evladım uğurlar ola![2]

 

Âkif, 1915 yılı başlarında Sebilürreşat dergisinde Uyan başlıklı şiirinde de Hakk kavramını kullanır. Yine aynı yıl ünlü Çanakkale Şehitleri şiirini de yazmıştır.

Âkif, Kurtuluş Savaşı yıllarında başka bir marş daha yazar, Ali Rıfat Bey tarafından da bestelenir. Genelkurmay tarafından sipariş edilmiş olan bu marş, orduda kullanılmıştır. Marşın bir bölümü şöyledir:

Yılmam ölümden Yaradan, askerim;

Orduma “Gazi” dedi peygamberim

Bir dileğim var, ölürüm isterim;

Yurduma tek düşman ayak basmasın!

 

Amin desin hep birden yiğitler;

“Allahü ekber” gökten şehitler.

“Amin! Amin! Allahü ekber”[3]

 

Mehmet Âkif’in hem İstiklal Marşı’nda hem de az önce bahsedilen şiirlerinde işlediği fikirler, dönemin hakim fikirleridir. Aynı düşünceleri hem Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde hem de Ziya Gökalp’in yazılarında görebiliriz.[4]

Gençliğe Hitabe’de tasvir edilen ülke, Kurtuluş Savaşı öncesi Türkiye’dir:

“Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahîm olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin şiyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.”

Atatürk, Nutuk’ta da bu zor günleri anlatır. Emperyalistlerin işgaline karşı Türk milletinin ve Atatürk’ün aldığı tavır ise karşı koymaktır. İlerde bu durumla karşılaşabilecek Türk gençleri için Atatürk, neyin değerli olduğunu şöyle açıklar:

“Ey Türk istikbalinin evladı! İşte bu ahvâl ve şerâit içinde daha vazifen; Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

Âkif de İstiklal Marşı’nda özellikle 5. dörtlükte bu düşünceleri dile getirmiştir.

Bütün bu düşüncelerin temelinde ise yine o dönemin ideologu olan Ziya Gökalp’in “ümit ve iman felsefesi” dediği düşünce yatar. Atatürk, Ziya Gökalp ve Âkif’te ortak olan nokta inançlarına dayanarak dünyaya karşı koymaktır. Tarihte Orhun Abideleri’nden beri görülen Türk milletinin hasleti milliyet, istiklal ve hürriyet kavramlarına dayalıdır.[5]

Atatürk, Nutuk’ta, o dönemde, Türkiye’nin düşüncesini yeni bir imanla donatmak, millete kuvvetli maneviyat vermek gerektiğini vurgular. İşte İstiklal Marşı’nın “korkma” diye başlamasının sebebi de budur. Âkif, bu marşta manevi kuvvete dayalı olarak, maddi üstünlüğü olan Batı emperyalizmine karşı çıkmayı aşılar.[6] Bu marş yazıldığında henüz düşman kuvvetleri Anadolu’dan atılmamıştır. Türk milleti bu manevi kuvvetle işgalci güçlere karşı çıkmıştır. Tabii ki bunu Hakk’ın yardımıyla yaptığını düşünerek. Âkif’in bu vurgusu onun imanlı bir Müslüman olmasıyla ilgilidir. İstiklal Marşı, bir anlamda Türk-İslam sentezinin ürünüdür.

İstiklal Marşı için 1920-1921 yılları arasında Türkiye’nin bağımsızlık tutkusunu, yurt sevgisini ve savaşma azmini dile getiren bir şiirdir; Âkif’in özellikle Kastamonu camilerinde dile getirdiği düşüncelerinin şiir haline getirilmiş şeklidir derler.[7]  

1

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O, benimdir milletimin yıldızıdır, parlayacak,

O, benimdir; o, benim milletimindir ancak!

 

İlk dörtlükte, bir milletin egemenlik sembolü olan bayrağın dalgalanacağı, dolayısıyla bağımsızlıktan vazgeçilmeyeceği belirtilir. “Korkma” diye millete ve orduya seslenilen marşta, amaç yenilgilerden yılmama öğütlemek, Doğu Seferi ve Birinci İnönü Savaşı’yla başarılı olan orduya inancı yüksek tutmaktır.  

2

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal,

Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl.

Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal.

 

İkinci dörtlükte bağımsızlık sembolü olan bayrağa seslenilerek, milletin bağımsızlığı kan dökerek kazandığı vurgulanır. Burada “ırk” kelimesini kullanan Âkif, Turancıların düşünceleriyle aynı konumda değildir. Millet anlamında bu kelimeyi kullanır. Âkif, Allah’ın, bağımsızlığı bir hak olarak millete verdiğini belirtir.

3

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım.

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

 

Üçüncü dörtlükte, Âkif, bağımsız yaşayan milletin önüne hiçbir engelin konamayacağını, hepsini aşacağını yazar. Bu millet bunu sağlayacak bir savaşma gücüne sahiptir.

4

Garb’ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun! Korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

“Medeniyet” dediği tek dişi kalmış canavar?

 

Dördüncü dörtlük, İstanbul hükümetlerinin, Ali Kemal, Refi Cevat gibi yazarların, maddi üstünlüğü olan işgalci güçlere karşı konulmaması gerektiğini söyleyenlere cevap gibidir. Batının emperyalist güçleri, asla savaşma kararlılığında olan, imanlı Türk milletine karşı koyamaz. Burada medeniyet düşmanlığı değil anti-emperyalist bir söylem söz konusudur.

5

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;

Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın.

Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın

Kimbilir belki yarın, belki yarından da yakın

 

Beşinci dörtlükte yurttaşlar, vatan savunması çağrılmaktadır. Şair, Tanrının vaat ettiği günlerin de geleceğini umut etmektedir. Nazım Hikmet, buna itiraz eder ve gelecek günler için gökten ayet inmediğini, bunları insanların iradeleriyle kendilerinin gerçekleştirdiklerini Kuvayı Milliye Destanı’nda dile getirir:

“Bizim İstiklal Marşı’nda aksayan bir taraf var.

Bilmem nasıl anlatsam.

Akif inanmış adam.

Fakat onun ben

İnandıklarının hepsine

İnanmıyorum.

Beni burda tutan şey

Şehit olmak vecdi mi?

Sanmıyorum

Mesela bakın:

“Gelecektir sana vaat ettiği günler hakkın”

Hayır!

Gelecek günler için

gökten ayet inmedi bize

Onu biz kendimiz

vadettik kendimize

Bir şarkı istiyorum

zaferden sonrasına dair

Kimbilir belki yarın…”[8]

 

6

Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı,

Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

 

Altıncı dörtlükte bu vatanın şehit kanlarıyla kazanıldığı, kimselere verilmemesi gerektiği vurgulanır. Her bir köşesinin de cennet gibi olduğu belirtilir.

7

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!

Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ

 

Yedinci dörtlükte cennet gibi vatan için herkesin canını feda edeceği belirtilir. Tanrıdan her şeyi alsa da vatan ayrı bırakmasa diye temennide bulunulur.

 

8

Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli:

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.

Bu ezanlar –ki şehadetleri dinin temeli-

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

 

Sekizinci dörtlükte Anadolu’ya girmiş olan emperyalist güçlerin dinin temeli olan yerlere saldırganca davranmamaları Tanrıdan dilenir. Burada özellikle Bursa’ya giren Yunan ordusundaki Venizelos’un oğlunun, Sultan Osman’ın türbesine ayağını basmasına gönderme yapılmaktadır. Aslında bu tip acı verici olaylar Balkan Savaşlarından beri görülmektedir. Dörtlükte bu durumun verdiği acı ve Tanrının bunu önlemesine yönelik umut dile getirilmiştir.

9

O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım:

Her cerihamdan İlahi boşanıp kanlı yaşım,

Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden naşım!

O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

 

Dokuzuncu dörtlükte, zafer kazanılıp yurt düşmanlardan temizlenince şehitlerin toprağın altından kalkıp sevinç gözyaşı dökecekleri, başlarının göğe değeceği anlatılır.

 

10

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı Hilal!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal!

Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:

Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet,

Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin İSTİKLAL!

 

Onuncu dörtlük, zaferler sonrasında bayrağın sevincinin anlatıldığı bölümdür. Bayrağa ve onun savunan millete çöküş yoktur. Bayrak ve millet, sonsuza kadar hür ve bağımsız yaşayacaktır. Bağımsızlık, Tanrıya tapan milletin hakkıdır.

SONUÇ

Milli marş, kapitalizmin gelişip milli devletlerin kurulduğu, 18. yüzyılda belirmeye başlar. Bizde de Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde bazı milli marş denemeleri yapılmış fakat istenen sonuç alınmamıştır. İstiklal Marşı, Marseilles örneğinde Kurtuluş Savaşı’nın ruhunu yansıtacak, halkı coşturacak bir metne duyulan ihtiyacın sonucudur.[9]

Konuşmamı Mehmet Âkif’in temennisiyle bitirmek istiyorum: Allah bu millete, tekrar İstiklal Marşı yazdıracak şartları yaşatmasın.



[1] Zeki Sarıhan, Vatan Türküsü, İstiklal Marşı, Tarihi ve Anlamı, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 2000, s. 20.

[2] Sarıhan, a.g.e., s. 20.

[3] Sarıhan, a.g.e., s. 63.

[4] Mehmet Kaplan, “İstiklal Marşı”, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 2, Dergah Yay., İstanbul, 1987, s. 212.

[5] Kaplan, a.g.e., s. 212.

[6] Kaplan, a.g.e., s. 214.

[7] Sarıhan, a.g.e., s. 85.

[8] Sarıhan, a.g.e., s. 92.

[9] Sarıhan, a.g.e., s. 97

 
 
448969 ziyaretçiburayı ziyaret etti
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol